AKTÜEL ARKEOLOJİ 59.SAYI ANTİK DÜNYANIN YEDİ HARİKASI
Her çağ kendi harikalarını yaratsa da antik dünyanın yedi harikası insanlık tarihinin hafızasına işlemiş gizem gibidir. Gerçek ile hayal, var ile yok arasında gidip gelir. Babil’in Asma Bahçeleri ile hayal dünyasında gezinirken Efes Artemis bizi kalıntılarının içine çekerek gerçekliğe sokar. Rodos’un devasa 100 metrelik güneş tanrısı Helios’u inanılmaz gibi görünse de, hemen karşı kıyıdaki Halikarnassos kalıntıları bizi antik çağın muhteşem işçiliği, zekası ve çalışkanlığına davet eder.
Lysippos’un öğrencisi Chares değil midir ustası ile birlikte bir o kıyıda bir bu kıyıda çalışan, çağın en önemli heykeltıraşlık eserlerine imza atan. Yolumuzu Akdeniz’in mavisinden ayırmadan İskenderiye limanlarına yanaşmak için fenerin izini takip ederiz. İnanılması güçtür dört katlı yaklaşık 100 metre yüksekliğindeki fenere, yüzlerce yıl denizcilerin yoldaşı olmuştur aslında ama bugün tüm kalıntıları suyun altındadır. Yıkılanlara, yok olanlara inat zamanın bile korktuğu Piramitler çıkar sıcak kumların arasında karşımıza, az değil yaklaşık 4300 yıl önce inşa edilmiştir Khufu’nun Piramidi. Giza platosu koca evrenin ortasında bir işaret nişanı gibidir. İnanılması güç ama son yolculuğu İstanbul’da biten Zeus Heykeli bizi yine hayal dünyasına çeker, çağın en büyük heykeltraşı Pheidias sadece bir heykel değil bir imajda yaratmıştı.
Gerçek ile efsane arasında iyi yolculuklar.
HERAKLES LAHDİ İÇİN CENEVRE’DEYİZ!
Cenevre’deyiz... Kültür ve Turizm Eski Bakanımız Sayın Nabi Avcı, yanındaki heyet ile birlikte kenti gezecek. Bakanın heyecanlı olduğunu çevresindekiler ile arasındaki keyifli sohbetten anlamak mümkün. Bir kültür varlığının iadesi konusunda Avrupa’da bir ilk yaşanıyor. Bakan da bunun farkında... Cenevre paranın olduğu gibi antik döneme ait eserler için de bir kaçakçılık merkezi. Yol boyunca antikacı dükkanına benzer birçok dükkan gözümüze çarpıyor. Bazıları oldukça cesur. Bakan Avcı’nın dikkatini çekiyor ve cep telefonları ile eserlerin fotoğrafları çekiliyor ve not alınıyor.
Öğleden sonra UNESCO Genel Direktörü İrina Bokova, Cenevre Üniversitesi Rektörü ve arkeoloji bölümü ve yerel yöneticilerin de katılacağı bir toplantı var. Konu UNESCO’yu da ilgilendiriyor. İrina Bokova daha önce bu tür bir toplantıya katılmış mı bilmiyoruz ama UNESCO özellikle doğu dünyasında yaşanan savaşlara ve eser kaçakçılığına ilgi çekiyor. Cenevreli yetkililer ve üniversite, Herakles Lahdini Türkiye’ye vermekten hem memnun hem üzgün. Yerel basın, halk ve yöneticiler çok heyecanlı, Herakles’in sergileneceği üniversite binasına gidiyoruz. Kalabalık salonu doldurmuş durumda. Sırası ile birçok yönetici konuşma yapıyor. İrina Bokova Suriye ve Irak’ın arkeolojik eserleri ile ilgili cesurca açıklama yapıyor. Bakan Avcı ise her zamanki gibi nazik ama açıklamaları daha sert, "Anadolu son iki yüzyıldır soyuluyor!”.
Ben etrafımda Türkiye’den arkeoloji adına birilerini arıyorum. Türkiye’de lahit uzmanı birçok bilim insanı var, arkeoloji enstitüsü var, bölgede çalışan çok önemli hocalar var ama hiç biri görünmüyor. Herakles Lahdi iade edilecek ama bilim dünyasından hiç kimse yok. Kimse ilgi mi göstermemiş, yoksa davet mi edilmemiş? Kültür ve Turizm Bakanının yanında birkaç akademisyenin olması daha güçlü bir ifade ortaya koymaz mıydı? Arkeolojiyi anlamak ve bütünsel olarak ona sahip çıkmak mı yoksa sadece bir eseri geri almak mı önemliydi?
Türkiye’ye dönüp Herakles Lahdi’nin akademi arasındaki yansımasına baktığımızda ise Bakanlığın umursamazlığının çok daha fazlasının arkeoloji camiasında yaşandığını görmemek imkansızdı. Arkeoloji camiası konu ile ilgili hiçbir açıklama, heyecan, merak ve ilgi göstermemiş, umursamamışlardı bile. Çok ilginç değil mi? Önemli bir arkeolojik eser Türkiye’den çalınıyor, İsviçre’de yakalanıyor, İsviçre bu eserin Türkiye’ye ait olup olmadığını anlamak için Belçikalı bilim insanı Marc Waelkens’tan rapor istiyor. Türkiye bu raporla eseri geri alıyor ama Türkiye’de akademi dünyası sessiz
Hasankeyf taşındı, Hasankeyf dinamitlendi, arkeolojik alanlarda büyük bir tahribat ve definecilik var ama kimse sorumlu değil. Likya’dan yol geçecek açıklama yok, Karadeniz’de birçok tahribat var ama tepki yok. Arkeolojik alana santral yapılıyor herkes sessiz. Bu, arkeolojinin akademik sahipsizliğinden başka ne olabilir ki.
Çok geç olmadan bu coğrafyaya sahip çıkmak hepimizin olduğu kadar arkeologların da sorumluluğu ve onların güçlü sesine daha fazla ihtiyaç var.